Ekmekçizade Ahmed Paşa, Edirneli bir sipahi iken maliye kalemlerine intisap etmiş, süratle yükselmiş, Birinci Ahmed devrinde başdefterdar olup, bu vazifeyi hiç azil yüzü görmeden uzun yıllar ifa etmiştir.
Balibilen Dili Dünyanın İlk Esperantosudur
Bu zatın Mehmed Muhiddin adlı bir kardeşi vardı. Bu zat hem ilme hem felsefeye meraklıydı. Edirne’nin ulemasından okuyarak diploma aldı. Sonra bir tarafa çekilip kendisini dini, tasavvufi ve felsefi eserler incelemeye verdi. Bu sırada, yani 1573 tarihinde felsefi ve tasavvufi düşüncelere aleyhtar olmakla tanınmış bulunan Çivi-zade Efendi, Edirne kadılığına tayin edildi. Kadı efendi bir gün camide Mehmet Muhiddin’in bir kitap okumakla meşgul bulunduğunu görerek yanına çağırttı ve okuduğu kitabın ne olduğunu sordu. Mehmet Muhiddin, bunu kendisine uzattı. Çivi-zade Efendi, kitabı inceledi ve büyük İslam tasavvufçusu Muhiddin Arabi’nin meşhur Füsus adlı eseri olduğunu anladı. Bunun üzerine:
– Bu kitabı neden okuyorsun? Diye sordu.
Öbürü alçak gönüllülükle:
– Bir şeyler öğrenmek için, dedi.
– Bu, senin anlayacağın bir kitap değildir ve bilgisi, onu anlamaya yetmeyenleri yanlış yola götürür.
– Ben, anladığımı sanıyorum.
Çivi-zade, bu cevaptan hiddetlenerek kitaptan pasajlar okuyup, izah etmesini istedi. Mehmet Muhiddin, bunları o kadar iyi şekilde izah etti ki, sonunda:
– Evet, anlamışsın … Hatta, benim anlayamadığım kadarını bile anlamışsın, demek zorunda kaldı.
Mehmet Muhiddin Efendi, birkaç yıl geçince o sırada· Mısır defterdarı bulunan kardeşinin yanına gidip yerleşti. Bir müddet sonra da hacca gitti. Dönüşte gene Mısır’a geldi. Burada, Gülşeni-zade Şeyh Seyyid Ali Safveti Efendi’ye intisap etti ve onun damadı oldu. Bundan sonra bütün hayatını okumaya ve yazmaya verdi. Böylece yirmi altı eser meydana getirdi. Nihayet, 1605 tarihinde vefat etti.
Mehmed Muhiddin, bütün insanların hiç olmazsa bütün Orta Doğu milletlerinin anlaşacağı tek bir dilin bulunmasına taraftardı. Gerçi o devrin Türk, Arap ve İranlı alimleri, çoğu zaman bu üç milletin dilini bilirlerdi; Arapça ve Farsçayı ise mutlaka öğrenmiş bulunurlardı. Ancak bu üç dilden yazılan kitaplar yalnız ulema arasında okunabiliyor, orta derecede okur yazar aydınlar ve hele halk, bunlardan bir şey anlayamıyordu. Bu dilleri bilenler ise, yalnız okumasını ve bazen yazmasını bilirlerdi. Konuşmasını ise beceremezlerdi. Mesela, bir Türk alimi, Arap dilini bütün incelikleriyle bilir, okur, anlar ve hatta yazarsa da Arapça konuşamazdı. Böylece, Orta Doğu’da çok yaygın olan bu üç dili konuşan milletler arasında din ve ilim ve hatta bir dereceye kadar kültür birliği bulunduğu halde halkın birbiriyle anlaşmasına imkân yoktu.
İşte Mehmet Muhiddin, bu engeli ortadan kaldırmayı düşündü. Gayesi evvela bütün Orta Doğu milletlerinin anlaşacağı bir dil meydana getirmekti. Bu dilin zamanla bütün dünyaya da yayılacağını ümit ediyordu. Bu maksatla hemen çalışmalara başladı. Ancak, bu kolay bir iş değildi. Bu dil için bir alfabe, gramer ve sentaks kuralları ve kelimeler lazımdı. Alfabe olarak o zaman Orta Doğu milletleri arasında müşterek olarak kullanılan Arap alfabesini seçti. Lakin bu alfabe sade Arapların değil, Türklerin ve İranlıların kullandığı p, ç, j gibi harfleri de kapsıyordu. Gramer kurallarını tamamen kendisi icat etti. Sentaks olarak Arapların kullandığı cümle kuruluşunu aldı. Kelimelere gelince, bunun için kitabında bizzat kendisi şöyle demektedir:
“Dillerin kurucuları insanlardır. Bunu da Allah’ın kendilerine verdiği kudret sayesinde yaparlar. Allah, insanlara bütün isimleri öğretmiş olduğunu Kur’an-ı Kerim’de söylüyor. Şu hâlde kelimeleri biz icat ederiz. Dillerin en mükemmeli Arapçadır. Sonra Süryani gelir. Asya’da konuşulan dillerle Türkçe, aslında birdir. Lakin, Arapça ile Farsça çok farklıdır. Bu dilin kelimeleri tarafımdan ya Allah’ın verdiği ilhamla meydana getirildi ve olduğu gibi bırakıldı veya öbür dillerden alındı ve değiştirildi.”
Mehmet Muhiddin’in önsözünde bunları açıkladığı kitap, bugün elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu kitap, bir gramer ve bir sözlükten ibarettir. Mevcut kütüphane kataloglarında başka nüshasına rastlamadık. Yalnız diğer bir nüshasının Londra’da British Museum’da bulunduğunu haber aldık. Mehmet Muhiddin, icat ettiği yeni dile Balibilen adını vermektedir. Kitabın yazılış tarihi 1580’dir. Yani, Kanuni’nin torunu III. Murad devrine rastlamaktadır.
Milletlerarası dil , mastarların sonunda ‘m’ harfi vardır. Mesela Berem, bilmek demektir. Ber, bil manasına geliyor. Başına bir ki sesi gelirse yer adı oluyor. Kiber = Bilinecek yer (okul) gibi. Ke sesi kelimenin başına gelirse, alet ismi oluyor. Mesela Kevem, açmak; Kevek ise açacak alet (anahtar) demektir. Kelime sonuna gelen nek harfleri bir şeyin fazlalığını göstermektedir. Bernek, çok bilen (allame) gibi. İsimden sıfat yapmak için sonuna an geliyor. Mesela Fenem = bağışlayıp, esirgemek, Fen = bağışlayıp esirge, Fenam= bağışlayıp esirgeyici (Arapça rahman) manasına geliyor.
Kelimenin sonuna gelen Ke sözü, küçüklük manasına geliyor.
Ber = Bil, Berke = Biligicik gibi.
Fiillere gelince, hepsini burada saymak uzun sürer. Yalnız bazı misaller verelim:
Berem = Bilmek, Ber = Bil, Beres =ildi, Berer = Bilir.
Muhatap şekli için başa Ki geliyor:
Kiberer = bilirsin, kiberes = bildin.
Çoğul şekli için bunların sonuna bir a konuyor.
Bera = Biliniz, Kiberesa = Bildiniz,,
Kiberera = Bilirsiniz.
Başta L harfi menfi manayı meydana getiriyor. Mesela:
Leber = Bilme, Leberes = Bilmedi, Leberer= Bilmez.
Sonra B sesi, birinci şahsı gösteriyor. Mesela:
Bereseb = Bildim, Berereb = Bilirim.
Lebereseb = Bilmedim, Leberereb = Bilmem.
Z sesi meçhul şekli meydana getiriyor. Mesela:
Hedrem = Vurmak, Hed = Vur, Hedrer = Vurur, Hedzer = Vurulur ve Belem =Öldürmek, Belzem = Ölmek gibi.
Fiilden isim yapılacaksa e sesi kullanılıyor.
Ber = Bil, Bere = Bilsin gibi.
Bazen de kelimedeki ilk e sesi a’ ya döndürülüyor:
Tefem: Ağlamak, Tef = ağla, Taf = Ağlayış,
Berbil, Bar = Biliş gibi.
Sayılar ise, şöyledir:
Ed, bez, cel, düm, hen… = 1,2,3,4,5 …
Edya, bezya, celya… = 11, 12, 13 …
Edger, bezger, celger … = 21, 22, 23 …
Evka, bezka, celka… = 100, 200, 300 …
Evgen, bezgen, celgen = 1000, 2000, 3000.
Edem, bezem, celem … = 1’inci, 2’nci,3’ncü …
Aad, kaz, cal… = Birer, ikişer, üçer …
Kitabın sonundaki sözlükte ise, dört bin kelime bulunduğunu anlıyoruz
Sesli harfleri e olanlar ( çoğunluk bunlardadır)
Cegem = Yumuşamak, Kefem = hıçkırmak,
Reem = Akmak, Regem = Oturmak,
Zegem = Yutmak, Sefem = Unutmak,
Vegem= Parlamak, Neyem = Niyetlenmek,
Şemem = Gül koklamak.
Sesli harfleri a olanlar
Pakam = Çakmak, Afam = Havlamak,
Takam = Ağlamak, Hakanı = Solmak.
İlk sesli harfi i olanlar
Dinem = Yaz gelmek, Sinem = Sevmek,
Niem = Nimet vermek, Minem = Minnet
etmek, Sığem = Sığmak, Kıyem = Kıymak.
İlk sesli harfi Ü olanlar:
Şüfem = Kırmak, Küfem = Küflenmek,
Müfem = Ucuza almak, Yütem = Yumurtlamak.
Görülüyor ki, bunlar arasında Arapçadan, Farsçadan, Türkçeden alınma kelimeler vardır. Mesela: Minem, niem gibi kelimeler Arapçadan, Müfem (Müft= Obur) Farsçadan ve Sıgem, Kıyem gibi gelimeler Türkçeden alınmıştır. Bu kelimelerin bu şekildeki kökleri de hep iki hecelidir.
Balibilen dilinde bazı cümleler
Denes Leşemera Nivara = Bahar geldi, koklamadınız gülleri (Bahar geldiği halde gülleri koklamadınız).
Taka, Kakesa Leberera Kefem = Ağlayınız, soldunuz bilmediniz hıçkırmak (Ağlayınız, hıçkırmayı bilmediğiniz için soldunuz).
İncelendiği takdirde Balibilen’in gayet basit, bütün kuralları muntazam, akılda çabuk kalan, süratle öğrenilebilen bir dil olduğu anlaşılmaktadır. Lakin, çok yazık ki, yayılmamış, belki icat edicisinden başkası öğrenememiştir. Mehmet Muhiddin’in ise, bu dilde yazılmış şiirleri bile vardır. Lakin, asıl mühimi, bundan 385 yıl evvel milletlerarası bir dil düşünmek ve inanılmaz bir emek harcayarak bunu meydana getirmektir.